ARKASI YARIN-II - Nilufer.ist
1510
post-template-default,single,single-post,postid-1510,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-theme-ver-7.7,wpb-js-composer js-comp-ver-4.7.4,vc_responsive
 

ARKASI YARIN-II

26 May ARKASI YARIN-II

GİGİ BÖLÜM2:

Gaston Lachaille:

_ Mamita, dedi bana bir papatya kaynatmayacak mısınız?

_ Ne biri iki tane. Oturun zavallı Gastoncuğum,

Döşemesi çökmüş bir koltuğun üzerinden boru gibi bükülmüş resimli dergileri, yırtık bir çorabı, içi tefeci denilen reglis şekeriyle dolu kutuyu aldı. Ev sahibesi tepsiye fincanları yerleştirirken aldatılan adam büyük bir zevkle koltuğa yayılmıştı; tatlı tatlı gerindi, sonra içini çekti:

_ Evde  de bana papatya yaparlar ama, bilmem neden bayat kasımpatı kokar!

_ Herkes titiz olmaz. Size tuhaf gelir, ben en iyi papatyayı burada, Paris’te kendim toplarım. Yangın arsalarında, küçücük, gösterişsiz papatyalar olur ya, işte onlar. Fakat nefasetlerine diyecek yoktur. Aman Alllahım, elbisenizin kumaşına bayıldım. Hele o ince çizgiler, neme lazım, insana başka bir asalet veriyor. Rahmetli babanızda böyle kumaşlara bayılırdı. Ama, her şeyin doğrusu sizin kadar kendine yakıştırmayı bilmezdi zavallıcık.

Madam Alvarez, alışkanlıktan mı nedir, canciğer dostumdu dediği baba Lachaille’i laf arasında bir kerecik olsun anardı. Zaten, gençliğinde tanıdığı yahut da tanıdığını iddia ettiği ünlü kişilerden söz açması, Gaston Lachaille ile samimiyet kurmak içindi. Genç adamın arasıra uğraması, eski koltuğa gömülürken şöyle içten gelen bir oh çekmesi ona yetiyor, fazla br şey beklemiyordu. Bu durumdan Gaston da memnundu.

Tavanı gaz isisyle kirlenmiş bu evde, inci gerdanlık, soliter veya şenşilya isterim diye tutturmayan, erişilmez, kutsal ve rezilce şeylerdensaygı ile bahseden üç kadın bulmuştu. Gigi , daha on iki yaşına basmadan, madam Otero’nun, siyah incilerini ucuza alıp sonradan boyattığını, buna karşılık üç sıralık kolyesinin dünyalara değdiğini; Madam Pourgy’deki yedi sıra incinin hastası olduğunu, Eugenie Fougere’in taktığı dillere destan boleronun beş para etmediğini  ve aklı başında bir kadının, Madam Antokolski gibi içi mor saten kaplı bir arabayla dolaşmıyacağını bilirdi. Sınıf arkadaşı Lydia Poret, Ephraim baron’un hediye ettiği tektaş yüzüğü gösterince, Gigi ailesinin sözüne uyup onunla hemen selamı sabahı kesmişti.

_ Bir tektaş ha! Diye Madam Alvarez haykırmıştı. On beş yaşında bir kız! Anası herhalde çıldırmış.

_ İyi ama büyükanne demişti Gigi, baron vermiş, Lydia’nın ne suçu var bunda?

_ Sus! Ben baronu ayılamıyorum. Baron ne yapacağını bilir. Fakat Madam Poret şey oluncıya kadar yüzüğü bir banka kasasına koyabilirdi

_ Ne oluncıya kadar büyükanne?

_ Şey dedim ya

_ Peki mücevher kutusuna koysa olmaz mı?

_ dünyanın her türlü hali var. Baron çabuk cayan cinstendir. Fakat maksadını açıkca söylemişse, Madam Poret’nin yapacağı tek şey, hemen kızını okuldan almaktı. Bütün bu pürüzler temizleninceye kadar o yumurcakla görüşmezsin. Yok daha neler!

_ Peki ya evlenirse büyükanne?

_ evlenmek mi? Kiminle evlenecekmiş?

_ Baronla!

Madam Alvarez ile kızı hayretle birbirlerine baktılar. Andree: ‘’Bu kız sebebim olacak! Diye mırıldandı. Aklı nerede bilmemki!’’

_ Ya, demek böyle Gastoncuğum diye Madam Alvarez söze başladı. Liane ile bozuştunuz ha? Bir bakıma sizin için daha iyi. Fakat başka bakımlardan tabi sıkılıyorsunuzdur. Dünya çok kötü oldu, kimseye güvenilmiyor….

Gastoncuğu onu hem dinliyor, hem de sıcak papatya suyunu zevkle içiyordu. Zaten bu evi oldum olası sever, kabartması işlenmiş tavanı sonradan elektrikli avize biçimine sokulmuş fakat yeşil camı bir türlü kaldırılamayan şamdanı seyretmekten hoşlanırdı. Gilberte’in üzerinde her zaman defterlerini unuttuğu masada dikiş sepeti devrik duruyordu. Kuyruksuz piyanonun üstündeki duvarda Gilberte’in sekiz aylık resmi ve Andree’yi sahne kılığı ile gösteren yağlı boya bir portre asılıydı.

Gözü yormıyan dağınıklık, perdelerin arasında gizlenen ilkbahar güneşi salamndradan ayaklara doğru yayılan tatlı hararet, bu zengin, kimsesiz, aldatılmış erkeğin sinirlerine iksir gibi tesir ediyordu.

_ zavallı Gastoncuğum, hakikaten kederli misin?

_ doğrusunu isterseniz, kederli değilim ama durumum bomb… şey yani tatsız.

_ Tecessüsümü mazur görün, hadiseyi bir de sizdn dinlemek isterdim. Gazeteleri okudum; fakat ne de olsa gazete bu, itimat edilmez ki!

Lachaille, maşayla kıvrılmış küçük bıyığını burdu, parmaklarını alabros kesilmiş saçlarında dolaştırdı.

_ Hep aynı şey! Ötekiler ne yaptıysa, bu da onu yaptı… Doğum gününü bekledi, hediyesini aldı, sonra pırrr…. çekip gitti. Üstelik de beceriksiz. Sen kalk, koskoca Normandiya’da bula bula avuç içi kadar bir yer bul, oraya yerleş… Tabii, sağa sola bir iki soruşturduktan sonra, elimizle koymuş gibi bulduk: handa iki oda tutmuşlar, birine Liane yerleşmiş ötekine de şu Kayak Sarayı’ndaki öğretmen Sandomir.

_ Bilirim densizin biridir. Ah dostum ah! Kendini saydırmağı bilen kadın pek kalmadı artık. Hem tam doğum gününden sonra…. Yo! Doğrusu nazik davranmamış… Hatta buna terbiyesizlik bile denebilir.

Madam Alvarez, küçük parmağı havada, kaşıkla fincanı karıştırıyordu. Önüne baktığı zaman göz kapakları fırlak gözlerini tam örtemiyor, George Sand ile benzerliği, daha da meydana çıkıyordu.

_ Ona bir sıra inci vermiştim dedi, Gaston Lachaille. Ama öyle az buz şey değil! Tam otuz iki inci. Hele ortadaki nah! Başparmağım kadardı.

Beyaz ve bakımlı parmağını ileri uzatmıştı; Madam Alvarez, büyük bir inciye gösterilmesi gereken saygıyla bu parmağa baktı.

_ Bu meselede hiç bir suçunuz yok sizin, Gaston. Tam kibar bir insan gibi davranmışsınız.

_ Evet kibar bir boynuzlu.

Madam Alvarez duymamazlıktan geldi.

_ Yerinizde ben olsam, hakaret olsun diye, sosyeteden bir kadın seçerdim.

Lachaille, dalgın hareketlerle reglis şekerlerini atıştırıp duruyordu.

_ Eksik olsun, dedi.

Madam Alvarez hemen ağız değiştirdi:

_ hakkınız var, onların arasında da öyle malın gözleri çıkıyormuş ki! İnsan attan düşüp eşeğe binmişe dönüyor.

Sonra cevap alamayınca o da sustu. Üst kattan boğuk piyano sesi geliyordu. Genç adamın uzattığı boş fincanı Madam Alvarez tekrar dolurdu.

_ Eh, burada ne var, ne yok bakalım? Alicia hala nasıl?

_ Kızkardeşimi bilirsiniz, hep aynı. Bir yere çıktığı yok. Günümüzün çirkinliklerine katlanmaktansa, geçmişin güzel hatıraları içinde yaşarım diyor. İspanya Kralını, Milanolu zengini, Hidiy’i düzinelerce racayı dinliye dinliye gına geldi… Çoğu uydurma tabi! Ama Gigi’ye karşı iyi. Yaşına göre biraz geri buluyor ama, bence haklı.Şimdi ders veriyor bizim kıza. Mesela geçen hafta istakoz nasıl yenir onu öğretmiş.

_ Niçin?

_ Son derece elzemdir, diyor. Bir genç kızın iyi yetişmiş sayılması için, üç şeyi bilmesi lazımmış: amerikan usulü istakoz, rafadan yumurta ve kuşkonmaz. Bir çok kimselerin bu yemek meselesinden bozuştuklarını söylüyor.

Lachaille, hayale dalmıştı:

_ İnanırım olur böyle şeyler, dedi.

_ Kızkardeşimdir diye söylemiyorum. Alicia’nın her sözünde bir keramet vardır… Gigi’nin de işine geliyor tabi, pisboğazlığı malum! Nolurdu, aklı da çenesi gibi işlek olsaydı! Ama, on yaşında bir çocutan farkı yok. Çiçek bayramı için kimbilir neler hazırlamışsınızdır! Gene herkesin parmağı ağzında kalacak değil mi?

_ Hava alırlar, diye Gaston homurdandı. Hazır başıma bir felaket gelmiş; bunu bahane edip, kırmızı gül masrafından kurtulurum.

Madam Alvarez ellerini birleştirdi.

_ Yo Gaston öyle hain olmayın! Sizsiz defile cenaze alayına döner!

_ Adam sende, neye dönerse dönsün.

_ İşlemeli bayrağı Valerie cheniaguine gibilere mi bırakacaksınız? Yo Gaston buna kimse tahammül edemez!

_ Öyle bir ederki. Hem Valerie’nin imkanları var.

_ İmkanları değil, kurnazlığı var! Geçen seneki on bin buketi nereden almış biliyormusunuz? Halden! Evet, evet Halden! Kadın işini biliyor. Üç kişi tutmuş, iki gün iki gece buketleri kazıklatmış. Arabada eğerler, kamçı ve dört tekerlekten başka Lachaume’un imzasını taşıyan tek şey yokmuş.

Lachaille’in keyfi yerine gelmişti:

_ Bu güzel bir usul, dedi. A! Bitirmişim reglisleri!

Koridorda asker gibi yürüyen Gilberte’in sert ayak sesleri duyuldu.

_ Nereden çıktın sen? Diye Madam Alvarez atıldı. Ne oldu?

_ Hiiç… Alicia hala keyifsizdi. Tonton’un patpatıyla bir fiyaka yaptım bir fiyaka yaptım ki sorma!

Ağzı yayılıverdi, dişleri ışıldadı:

_ Size bir şey söyliyeyim mi, Tonton? Arabaya şöyle bir kuruldum, lükse kanıksamış gibi de bir surat takındım. Eh keyif bu kadar olur!

Şapkasını havaya fırlattı, saçları yanaklarına ve şakaklarına döküldü. Yüksekçe bir tabureye çıktı dizlerinide çenesine kadar kaldırdı.

_ Ee Tonton? Sıkıntılı bir haliniz var. İskambil oynayalım mı? Bugün Pazar, annem gece yarısından önce gelmez. Kim bitirmiş reglislerimi? Bak Tonton külahları değişeceğiz! Yeni bir kutu getirirsiniz artık!

_ Gilberte kendine gel! Diye Madam Alvarez homurdandı. İndir bacaklarını. Gaston’un işi gücü kalmamış, senin şekerlerinle mi uğraşacak? Eteğini düzelt gaston, isterseniz şunu odasına yollıyayım?

Lachaille, gözleri Gilberte’in karıştırdığı eski kağıtlarda, biraz ağlamak, içini dökmek, yıpranmış koltukta kestirmek ve iskambil oynamak için can atıyordu.

_ Rahat bırakın şu kızcağızı, canım. Burada kendime geliyorum,  başımı dinliyorum. Gigi on kile kesme şekerine.

_  İstemem kesme şeker, hiç sevmem Bonbon’una oynayalım.

_ Ha o ha o. Üstelik kesme şeker bonbon dan daha sıhhi.

Gilberte’in çocuksu kalın dudakları sarktı:

_ İpek çorap kaşıntı yapıyor. Siz bana…

Yüzünü tavana doğru kaldırdı, boynunu büktü, buklelerini bir yanağından bir yanağına aktardı:

_ Siz bana Nil yeşili bir Persephone korse alın, jartiyerleri rokoko güllerle işlenmiş olsun…. Hayır bir nota çantası daha iyi.

_ Musikiye mi başladın?

_ Hayır ama, arkadaşlarımın hepsi okul defterini nota çantasında taşıyorlar. Gören konservatuar öğrencisi  diyor.

_ Gilberte, ileri gidiyorsun, diye Madam Alvarez çıkıştı.

_ Çantaya da peki, reglis şekerine de. Şimdi kes bakalım Gigi.

Bir saniye sonra, şekerci Lachaille’in oğlu hararetle iskambil oynamağa koyulmuştu. Cakalı burnu, kara gözleri hasmını hiç de ürkütmüyordu; Gilberte dirsekleri masaya dayalı, omuzları kulakları hizasında, gözlerinin maviliğinde ve yanaklarının alında alışılmadık  bir canlılık, sarhoş bir iç oğlanından farksızdı. İkiside hırsla oynuyor, alçak sesle birbirlerine boğuk boğuk küfrediyorlardı, örümcek suratlı ham armut diyordu Lachaille. Kız karga burun diye cevabı yapıştıryordu. Mart akşamı yavaş yavaş dar sokağa iniyordu.

Madam Alvarez:

_ Saat yedi buçuk, dedi. Sizi kaçırmak için söylemiyorum. Gaston, müsadenizle gidip yemeğe bir bakayım?

_ Yedi buçuk mu eyvah! Bizim Barthou, Faydeau ile Dion’u alıp Loure’ye gitmiştir bile! Bu el son Gigi.

_ Niye bizim Barthou diyorsunuz? Bir kaç tane mi var? Diye Gilberte sordu.

_ İki tane. Biri yakışıklı, öteki değil. Yakışıklı olmıyanı meşhur.

_ Buna haksızlık derler Feydeau kim?

Lachaille, hayret içinde kağıtları bıraktı:

_ Bu kadarı olmaz!… Faydeau’yu tanımıyor! Sen hiç tiyatroya gitmezmisin?

_ Hemen hemen hiç gitmem Tonton.

_ sevmezmisin tiyatroyu?

_ Pek az… Hem büyükannemle Alicia halam, ciddi hayat meselelerinden uzaklaştırır insanı diyorlar tiyatro için. Sakın siza bundan bahsettiğimi büyükanneme söylemeyin.

Saçlarını kulaklarına bastırdı, sonra ‘’Öf sıcaktan patlatacak bu saçlar beni’’ diyerek tekrar bıraktı.

* Arkası Yarın*

Bir Caravaggio tablosu

Yorum Yapılmamış

Yorum yap
CAPTCHA

*

Başa Dön