ARKASI YARIN-V - Nilufer.ist
1528
post-template-default,single,single-post,postid-1528,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-theme-ver-7.7,wpb-js-composer js-comp-ver-4.7.4,vc_responsive
 

ARKASI YARIN-V

29 May ARKASI YARIN-V

GİGİ BÖLÜM 5

_ Peki, kendi yaşımdaki kızlarla görüşmeme engel mi bu?

_ Evet. Evde sılıyor musun? Sıkıl biraz… İyi gelir sana. Sıkıntı insanı karar almağa zorlar. Ne o? Ağlıyor musun? Küçük budala seni, sen hep çocuk kalacaksın anlaşılan. Bir keklik daha al.

Alicia hala yüzüklerle kaplı üç parmağı ile kadehini tutup havaya kaldırdı:

_ Şerefimize, Gigi! Kahve gelince sana bir Hidiv vereceğim. Ama şartım var: cigaranın ucunu ıslatmayacaksın, dudağına yapışan tütünleri de sağa sola tükürmiyeceksin. Seni Bechoff-David’in bir kalfasına yollıyacağım, eski arkadaşımdır muvaffak olamadı zavallı. Gardrobun değişmeli artık. Masraf ama ne yapalım gülü seven dikenine katlanır.

Koyu mavi gözler parladı. Gilberte sevinçten kekeliyordu.

_ Hala! Hala! Sahi mi? Be…be..

_ Choff-David. Seni bu kadar süsüne düşkün bilmezdim?

Gilberte kıpkırmızı kesildi.

_ Evde yapılan elbiselerle süsüme nasıl düşkün olabilirim?

_ Haklısın. Dur bakayım zevkin var mı yokmu şimdi anlarım. Güzel görünmek için nasıl giyinmek isterdin?

_ A hala, bana neyin yakışacağını biliyorum. Geçen gün…

_ El hareketleri yapmadan konuş. Bayağı oluyorsun.

_ Geçen gün bir elbise gördüm. Ah! Madam Lucy Gerard ısmarlamış. Ta yukarıdan aşağıya kadar kül rengi ipek müslinden yüzlerce pli.. Sonra, siyah kadifeden bir elbise daha gördüm, üzerine mavi kumaştan süs yapmışlar, kuyruğu tıpkı tavuskuşuna benziyor.

Güzel taşlarla süslü el havada parlayıverdi:

_ Yeter yeter! Anlaşılan Comedia Française’deki hafif kadınlar gibi giyinmekten hoşlanıyorsun. Bu sözümü sakın iltifat diye alma. Haydi kahveyi koy bakalım. Çaydanlığı sert bir hareketle kaldırma, garson hokkabazlıkları görmektense, kahve üzerime dökülsün razıyım.

Bundan sonra geçen bir saat, Gilberte!e kısa geldi. Alicia hala mücevher kutusunu açmış göz kamaştırıcı bir ders veriyordu.

_ Bu nedir, Gigi?

_ Kırmızı elmas.

_ Elmas değil pırlanta. Ya bu?

Alicia hala ellerini havaya kaldırdı; güneş ışınları yüzüklerine vuruyor, parmaklarını mavi bir aydınlığa boğuyordu:

_ Topaz ha! Diye haykırdı. Hayatımda çok hakaret gördüm ama bu hepsini bastırdı. Oldu olacak, aiguemarine veya perido de çık.  Kaz kafalı buna  fulya-pırlanta derler anladın mı? Böylesini kolay kolay bir daha göremezsin. Ya bu?

Gilberte’in ağzı açık kaldı, gözleridaldı:

_ Ah! Bu zümrüt bu! Ah! Çok güzel.

Alicia hala dört köşe iri zümrüdü parmağına taktı bir an konuşmadı. Sonra sesini alçaltarak:

_ Şurada dedi yeşil ışığın altında mavimsi bir alev var, görüyormusun? Ancak çok güzel zümrütlerde görülen böyle bir mucize…

_ Kim verdi bunu sana hala?

İhtiyar kadın:

_ Bir kral demekle yetindi.

_ Büyük bir kral mı?

_ Hayır küçük. Büyük krallar insana çok güzel taşlar vermezler.

_ Neden?

Alicia halanın küçük ve beyaz dişleri bir göründü bir kayboldu.

_ Bence sevmezlerde ondan, hoş küçüklerde sevmezler ya.

_ Öyleyse kim verirçok güzel taşları?

_ Kim mi? Sıkılganlar. Yahutta kendini fazla beğenenler. Görgüsüz, kaba kimselerde verir: büyük taş vermeği kibarlık sayarlar. Bazı kadınlar, bir erkeği küçük düşürmek için, hediye edilen aşağı kaliteli mücevherleri takmaz, daha iyisinin glmesini beklerler.

_ Ya gelmezse?

_ sağlık olsun. Üç bin franklık kötü bir elmas taşımaktansa, yüz paralık bir yüzük tak, daha iyi. Hiç olmazsa soranlara: ‘’Hatıradır gece gündüz parmağımdan çıkarmam’’ diyebilirsin. Sen sen ol, artistik mücevherlere kapılma; bir kadın için bundan daha kötü bir şey olamaz.

_ Nedir o artistik meücevherler?

_ Bir çok çeşidi var: altından yapılmış kırmızı gözlü deniz kızı; Mısır ıskarbelesi; sonra üzerine harfler çizilmiş ametist. Ne bileyim ben saymakla bitmez ki: mesela usta elinden çıkmıştır diye yutturulan hafif bilezikler, broş haline sokulmuş yıldızlar, süslü kaplumbağalar. Senin anlıyacağın bir sürü rezalet. Yalancı incilerden de sakın: bilhassa o kocaman incili şapka iğnelerinden. Sonra ailemücevherlerine de pek yanaşma.

_ Ama güzel bir kame’si var büyükannemin madalyon biçiminde.

Alicia hala başını salladı:

_ Kame’nin iyisi olmaz, dedi. Bir kıymetli taşlar vardır, bir de inciler. Pırlanta da iyidir; beyazı sarısı mavisi pembesi hepsi. Siyah elmaslardan hiç bahsetmiyelim değmez. Bak yakut’a diyeceğim yok, sade emin olmadan almamalı. Gök yakut istersen, Keşmir’inkinden şaşma. Zümrüt defena değildir ya, çok dikkat etmeli; suyunda fazla açık, sarımtırak lekeler olursa kötü demektir.

_ Ben opal’leri de seviyorum hala.

_ İstediğin kadar sev, öyle şeyler takamazsın. Kat’iyen müsade etmem.

Gilberte bir müddet ağzı açık kaldı.

_ Yoksa… sen… sen de mi inanırsın opallerin uğursuzluğuna?

_ Niçin inanmayayım?

Alicia hala sesini alçaltarak devam etti:

_ Küçük budala, inanır görünmek şart. Sen bei dinle neme lazım. Sonra dur bakayım, türkuazın öldüğüne inan, nazar değdi derler, ona inan.

Gigi şaşırmıştı:

_ İyi ama hala, dedi, bunlar şey…. batıl itikatlar değil mi?

_ Tabii kızım tabii. Fakat bunlara zaaf derler. Bir kaç zaaf bir de örümcek korkusu, erkekleri elde etmek için en iyi silahtır.

_ Niçin hala?

İhtiyar kadın mücevher kutusunu kapadı, yere diz çöken Gilberte’i karşısına aldı:

_ Çünkü erkeklerin onda dokuzunda batıl itikatlar vardır, yirmide on dokuzu nazar değmesine inanır, yüzde doksan sekizi de örümcekten korkar. Bizim bir çok… bir çok şeylerimizi hoş görürler ama bu korkularını paylaşmamamızı affetmezler. Ne diye içini çekiyorsun?

_ İmkanı yok aklımda tutamam bütün bunları.

_ Aklında tutman mühim değil; ben bileyim yeter.

_ Hala yazıhanel eşyası olurmuş şeyden, malaşitten nedir bu?

_ Bir rezalettir. Allahaşikına kimden öğreniyorsun bu saçma şeyleri?

_ Gazetelerde yazıyor büyük düğünlerde verilen hediye listelerini okuyorum.

_ Maaşallah! Neyse hiç olmazsa ne gibi hediyeler vermemek ne almamak lazım onu öğrenirsin.

Konuşurken sivri tırnağıyla genç kızın orasına burasına dokunuyor, çatlak dudağını kaldırıyor, dişlerinin lekesiz minesine bakıyordu.

_ Dişlerin güzel kızım! Bu dişler bende olsaydı Paris’i de başka memleketleri de çiğner öğütürdüm.

Hoş az da öğütmedim ya neyse! Ne var oranda? Sivilce mi? Bir daha burnunun kenarında sivilce görmiyeyim. Ya bu? Sıkmışsın bu sivilceyi. Senin gibi bir kızda ne sivilce olmalı, ne de sıkmalısın. Losyonumdan veririm sana. Pişmiş jambon müstesna sucuk mucuk yemeyeceksin, pudra kullanmıyormusun?

_ Büyükannem bırakmıyor.

_ İyi ediyor. Her gün muntazaman dışarı çıkıyormusun? ‘’ Hoh’’ yap bakayım. Neyse bir şey ifade etöez, yeni kalktık sofradan.

Ellerini Gilberte’in omuzuna koydu:

_ sözlerime iyi dikkat et: sen hoşa gitmeyecek kız değilsin. Küçücük manasız bir burnun var, ağzın biçimli sayılmaz, elmacık kemiklerin fazla çıkık.

_ Ah hala! Diye Gilberte inledi.

_ Fakaat…. aklını kullanmayı bilirsen, gözlerin, kirpiklerin, diş ve saçlarınla yakayı kurtarabilirsin. Vücuduna gelince…

Alicia hala Gigi’nin göğüslerini avuçlarına aldı ve gülümsedi:

_ Daha ham… ham ama istikbali parlak. Çok badem yeme memeleri sarkıtır. Ha! Hatırlat bana, sigara nasıl seçilir sana öğreteyim.

Gilberte’in gözleri o kadar açıldı ki kirpikerinin ucu kaşlarına değdi:

_ Niçin?

Yüzüne ufak bir şamar indi.

_ Ne üstüne vazife. Bir bildiğim var zahir. Ben değilmiyim seni yetiştiren, her şeyinle uğraşacağım. Bir kadın sigara dahil, bir erkeğin nelerden hoşlandığını anlar, erkek de kadının nelerden zevk aldığını bilirse, ikiside birbirlerine karşı silahlanmış sayılırlar.

_ Ve tabii döğüşürler, diye Gilberte kurnazca gülümseyerek cümleyi bağladı.

_ Döğüşürler de ne demek?

İhtiyar kadın Gigi’ye üzüntü ile baktı:

_ Ah! Dedi üç yüzlü aynayı, merak etme ilk bulan sen değilsin. Haydi haydi büyük feylezof, gel de sana Bechoff’da çalışan madam Hanriette için bir mektup vereyim.

Alicia hala, ufacık pembe bir masanın başında yazarken, Gigi bakımlı odanın havasını içine çekiyor, hiç haset duymadan birçok defalar gördüğü fakat iyice tanımadığı eşyalara bakıyordu. Şöminenin üzerinde saati gösteren bir Aşk Tanrısı, açık saçık iki tablo, havuz biçiminde bir yatak ve şenşilyadan örtüsü, küçük incilerle yapılmış bir tespih, baş ucundaki masada İncil, kül rengi örtü üzerinde iki kırmızı Çin Lambası.

_ Haydi koş yavrum. Sonra çağırtırım ben seni. Victor’a söyle, pastanı versin. Yavaş ol, yavaş saçlarını dağıtma! Arkandan bakıyorum ha! Yalpa vurarak, yahut ayaklarını sürüyerek yürürsen sonra karışmam!

Mayıs ayında, Gaston Lachaille’in Paris’e gelmesiyle, Gilberte de doğru dürüst iki elbiseye mevsimlik bir paltoya-leo de Merode’unki gibi büyük cepli bir manto- bir sürü şapka ve iskarpine kondu. Alnına ir kaç bukle düşürmesi onu biraz bayağılaştırmıştı. Eteği yerleri süpüren mavi-beyaz bir elbiseyle Gaston karşısına geçip boy gösterdi: ‘’ elbisemin yalnız urle’si dört metre yirmi santim ya!’’ gümüş tokalı grogrenden bir kuşak takmış belinin inceliğiyle övünüyordu. Fakat büzgülü beden gibi Venedik biçiminde oyulan balinalı yaka onu rahatsız ediyordu. Beyaz ve mavi çizgili ipekten yapılan geniş eteklik, hafif hafif hışırdıyordu. Gilberte çıt kırıldım hanımlar gibielbisesinin kollarını kabartmağa özeniyordu.

_ Terbiyeli maymuna benziyorsun dedi Lachaille. Ekose etekliğinle daha hoşuma gidiyordun. Bu rahatsız yakayla neye benziyorsun söyliyeyim mi? İri bir mısır tanesi yutmuş tavuklara. Aynaya bak biraz.

Gilberte alındığını belli etmemeğe çalışarak aynaya yaklaştı, Gaston’un Nice den getirdiği kocaman bir karemala yanağını şişiriyordu.

_ Hakkınızda çok şeyler durdum Tonton; dedi. Fakat kadın giyiminden anladığınızı söyleyen çıkmadı.

Gaston’un nefesi tutulmuştu: bu hiç tanımadığı yeni Gigi’yi bir an süzdü, sonra Madam Alvarez’e çattı:

_ Maaşallah iyi terbiye etmişsiniz doğrusu, tebrik ederim.

Sonra papatyasını bile içmeden çekiğ gitti. Madam Alvarez döğünüyordu:,

Ah! Gigi ah! Beğendinmi yaptığını şimdi?

_ Öyle hali var sataşmasın bana. Ben lafımı esirgemem dobra dobra söylerim.

Büyükannesi kolundan tutup sarstı:

_ Sersem yumurcak, kafanı işletmiyecekmisin hiç? Hiç akıllanmayacak mısın? Adamcağız belki de yüzümüze bakmıyacak bir daha! Biz de aptal gibi koşuyoruz, çalışıyoruz.

_ Neye çalışıyoruz büyükanne?

_ Neye imiş! Her şeye seni iyi giydirmeye, hoş göstermeğe.

_ Kime hoş göstereceksin büyükanne? Herhalde Tonton gibi kırk yıllık bir dost için bu kadar zahmete lüzum yoktu değil mi?

Madam Alvarez cevap vermedi. Hatta ertesi gün Gaston Lachaille sırtında açık renk bir elbiseyle gülerek geldiği zaman bile ağzını açığ bir laf söylemedi.

_ Gigi giy şapkanı! Çaya gidiyoruz.

_ Nereye! Diye Gigi bağırdı.

_ Versailles’a Reservoirs’a

_ Yaşadık yaşadık! Diye genç kız şarkıya başlamıştı.

Mutfağa doğru seslendi:

_ Büyükanne Tonton’la Reservoirs da çay içeceğim!

Madam Alvarez kapıda belirdi, çiçekli önlüğünü çıkarmağa lüzum görmeen tombul eliyle Gilberte ile Gaston Lachaille’in kollarını ayırdı ve sakin bir sesle:

_ Hayır dedi.

_ Nasıl hayır?

_ Ah büyükanne diye Gilberte ağlıyordu.

Madam Alvarez duymamazlıktan geldi.

_ Gigi, biraz odama git, Mösyö Lachaille ile hususi görüşeceklerim var.

Gilberte odaya girinceye kadar bekledi, sonra kapıyı çekti ve gözlerini Gaston’un sert bakışlarından ayırmadan ona doğru yürüdü.

*Arkası Yarın*

Yorum Yapılmamış

Yorum yap
CAPTCHA

*

Başa Dön